Sinemasal
türleri eğip bükme, eklemsizleştirme ve birbiriyle kaynaştırmasıyla ünlü
François Ozon, yine bir yazar karakter üzerinden çok yönlü ve zekice bir film
çıkarıyor: aile melodramı, usta-çırak ve baba-oğul öyküsü, karakter komedisi,
orta sınıf kültürü taşlaması ve sanat-gerçeklik sorgusu hep bir arada, aynı
evde. Sıkıcı bir “hafta sonunda ne yaptığını anlatınız” temalı ödev için
Claude, bir sınıf arkadaşının aile hayatını alaycı bir eleştirellikle ve askıda
bırakan bir finalle anlatan bir öykü dizisi yazıyor. İlgisiz öğrenciler ve okul
bürokrasisi sebebiyle işinden bıkmış edebiyat öğretmeni Germain’in, yazarlık
ışığı gördüğü öğrencisinin öykülerine tutulmasıyla aralarında yakın bir ilişki
kuruluyor. Claude’un hikâyeye devam etmesi için Rafa’yla ilişkisini ve ev
ziyaretlerini sürdürmesi gerekiyor, bu sırada Germain ve başarısız bir sanat
galerisi küratörü olan karısı Jeanne bu kurgusal dünyanın cazibesine günden
güne daha çok bağlanıyorlar.
Kısmen
basmakalıp ve fazlaca temsili olsalar da Evde’nin
karakterleri küçük akıllıca detayları sayesinde merak uyandırıyorlar. Başarısız
bir yazarlık geçmişi olan öğretmen Germain ve galeri için postmodern tematik
arayışında çaresizce son şanslarını deneyen Jeanne hikâyenin okur tarafındalar.
“Evde” yaşayan aile ise, iş hayatında yırtmaya çalışırken patronundan sürekli
azar yiyen, hak ettiğini alamadığını düşünen beyaz yakalı baba Rafa, gün boyu
evde kalarak kendini çocuğuna ve ev dekorasyonuna adamış “normal” ve “sıkıcı”
anne Esther ve kendi halinde şapşal oğulları Rafa... Aynı isimdeki bu baba
oğlun karikatürize basketbol oynama, maç izleme ve beraber pizza yeme temelli
ilişkileri var. Çocukları olmayan sanatsever aile için bu klasik orta sınıf
aile hem iştah verici bir inceleme nesnesi hem de yaşamlarına heyecan getiren
bir Binbir Gece Masalı.
Bunlara
ek olara, kendi yazamayan öğretmenin akıl hocalığı yapabileceği genç yazar
tiplemesi olarak Claude var ki, mesafeli, karizmatik ve yaşının çok ötesindeki
karakteriyle filmde parlıyor. Hem yazdığı hem de kendisini okuyan insanların
iplerini ellerine bulunduruyor Claude ve film boyunca bazen hafif bazen sert
dokunuşlarla bu kişileri sarsarak dönüştürüyor. Evde olup bitenlere dair
Claude’un anlattıklarının ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek takip edilemiyor,
aslında Ozon da kamera arkasından sürekli sinsice “Ne önemi var ki?” diye
soruyor. Yer yer okuru Germain’i de Woody Allen tarzı çekimlerle mizansene
davet ediyor film, buralarda Germain de mimikleriyle adeta Allen’a dönüşüyor.
Stephen King’in meşhur “Kurgu, yalan içindeki gerçektir” sözü filmde pek çok
kez tınlıyor, tıpkı Ozon’un bir diğer yazan-yazılan-okuyan üçgenindeki
gerilimleri ortaya döktüğü Havuz (Swimming Pool, 2003)’da olduğu gibi.
Sinemacılığının özünü Ozon’un kendisi en kısa haliyle aktarıyor zaten: “Aynı
anda hem manipülatör hem de röntgencisiniz, ayrıca seyirciyle de oynuyorsunuz”.
Evde gibi filmleri, ben
sinemanın kendisine dair filmler olarak görüyorum, modernist romanlar gibi...
Bu bağlamda filmin en yakın akrabalığı şüphesiz Hitchcock’un röntgencilik klasiği
Arka Pencere (Rear Window, 1954)’siyle. James Stewart, tekerlekli sandalyesinden
dürbünle karşısındaki apartmanları izleyip var olduğuna inandığı cinayeti
çözmeye çalışırken, Germain ve Jeanne daha artistik bir ilgiyle Claude’un
kaleminden bir öğrencisinin aile hayatına dâhil oluyor ve ailenin gizemlerini
ortaya çıkarmaya çalışıyor. Filmin finali de zaten Arka Pencere’nin aşırılık çağı versiyonu gibi. Yazar karakterler ve
yaratma süreçleri sinemada da popüler temalardan, en yakın zamanda çıkan iyi
örnek olarak; yalnızca ilk çeyreği itibariyle Limitless (2011) ve Ruby
Sparks (2012); klasikleşenlerdense iki 1991 mahsulü Barton Fink ve Deconstructing
Harry sayılabilir. Fakat Evde,
olay örgüsü itibariyle bu ve benzeri filmlerden, en sık işlenen o yazar tıkanması/yaratma
sıkıntısı mevzularını işlememesi, tam aksine, oldukça başarılı bir yaratımın
okurlar ve bizzat metnin kendisi üzerinden açımlanması bağlamında farklı bir
yerde duruyor.
Yazara
ve anlattığı hikâyelere karşı gelişen bağımlılığı Rob Reiner, klasik bir
Stephen King uyarlaması Ölüm Kitabı
(Misery, 1990)’nda gerilim türünde anlatmıştı. Serisinin yeni kitabını
henüz bitirmiş James Caan, ölümcül bir kazadan en büyük hayranı tarafından
kurtarılmış, fakat sonrasında bu yalnız kadın tarafından evde tutsak alınmıştı.
Sebep, yazarın yeni kitapta ana kadın karakteri öldürüyor olması, hayranının da
bunu önleme arzusuydu. Yazar romanlarıyla okuru esir alırken, okursa yazarı
kelimenin asıl anlamıyla esir alıyordu. Bu matruşkavâri anlatımda bir yanda
Kathy Bates’in oynadığı karakter gerçeklik yitimi yaşayıp kurgusal bir
karakteri kurtarmaya çalışıyor; öte yandaysa filmin seyircisi –aynı şekilde
kurgusal olan– yazar James Caan’ın evden sağ salim kurtulabilmesini umut
ediyordu. İşte edebiyatın (ve sinemanın) bu katmanlı ve hatta kendiyle çelişen
gerçeklik yaratma ve seyirciyi sonuna kadar inandırma büyüsünden çıkıyor Evde’nin nüktesi.
Filmin
yan öykülerinden, Jeanne’ın sanat galerisi için tema arayışı en yüzeysel
haliyle bir postmodern sanat eleştirisi olmakla beraber filme mizah, ele alınan
toplumsal çevreye dair ise önemli veriler sunuyor. Jeanne “Minotor Labirent”
isimli galeriye erotik figürlerle çizilmiş politik sembol resimleri, pembe
diktatör şişme bebekleri, kullanılmış çantalar, boş tuvale karşı kulaklıktan dinlenen
“sözlü resim” ve “cinsiyet perspektifinden hat sanatı çalışmaları” temalı
bilgisayarda rastgele işlenmiş gökyüzü resimleri gibi eserler seçiyor.
Kendisini de pek etkilemeyen bu sanat eserleri, klasik edebiyat hayranı
Germain’de ise sadece şaşkınlık ve umursamazlık uyandırıyor. Galeride
sergilenen sanat, Jeanne için mekân sahiplerini ikna etmenin, dolayısıyla para
kazanmanın nesnesi. Öte yanda Germain için edebiyatsa, sürdürmek için tüm sahip
olduklarını yitirmeyi bile göze alabileceği bir heyecan. Ozon için de böyle
görünüyor, filmi bitirirken bile başka öykülerin hayalini kuruyor.
Yiğitalp
Ertem
yalpertem@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.