Stephen
King’in Türkçeye Medyum ismiyle çevrilen çok satan kitabından
uyarlanan filmle ilgili iki baskın görüş vardır. Seyircilerin bir kısmı yönetmen
Stanley Kubrick’in filmi özgün bir şekilde uyarlamasından rahatsızdır.
Kubrick’in filminin, King’in kitabından farklı bir yöne kaydığı, hikâyenin en
önemli kısımlarını yönetmenin beyazperdeye aktarmadığı görüşü hâkimdir. Yazarın
filmden sonra yaptığı açıklamaların ve açık bir biçimde Kubrick’i hedef
göstermesinin de bunda etkisi vardır. Neticede, edebiyat uyarlamalarındaki
genel tartışma Medyum gibi kült olmuş bir eserde de süregelir.
Oysa tartışmanın diğer kanadında, Kubrick’in filminin eserden daha güçlü
olduğunu savunan azımsanmayacak bir kalabalık da vardır. Neticede bu klasik
tartışma hâlâ sürse de, Cinnet’in (The Shining) gerilim sinemasının önemli örneklerinden biri olduğu
aşikârdır.
Filmde,
yazar Jack Torrance’ın ailesiyle birlikte Overlook Oteli’nde bekçilik yapmak
için Rocky Dağları’nın karlı eteklerine yaptığı yolculuğu ve burada ailenin
başına gelen doğaüstü olayları izleriz. Kitapta, daha çok Torrance ve ailesinin
hayaletlerle dolu bir otelde mahsur kalması ve otelin karakterlerin psikolojileri
üzerindeki etkisi ön plâna çıkar. Mekân ve karakterler arasındaki gerilim
merkezdedir. Kubrick’in filminde ise, hayaletler gerilimin yanı sıra “geçmişle
hesaplaşma” anlamında, işlevsel bir nitelik kazanır. Overlook Oteli’nin bir
Kızılderilili mezarlığının üzerine inşa edilmesi, hesaplaşmayı daha da ilginç
kılar. Hikâye, Amerika’nın kendi geçmişiyle hesaplaşmasının alegorisi gibidir.
Otelin her yanına nüfuz eden Kızılderili işlemeleri, otelin esas sahiplerinin
de işaretidir. Jack Torrance’ın akıl sağlığını yitirmesine neden olarak da
okunabilecek Kızılderili katliamı ve geçmişin bastırılması, Overlook Oteli’nde
günyüzüne çıkar. Otelin köşelerinden sızan ve gittikçe artan kan gibi, kolektif
hafızada üzeri örtülenler de ortaya dökülmeye başlar. Barmenin ifadesiyle
“beyaz adamın yükü”nü taşıyan Jack, film ilerledikçe bu yükle başa çıkamaz ve
akıl sağlığını kaybeder.
Kubrick’in
filmi, kaynak aldığı eseri aşarak çok katmanlı ve farklı okumalara müsait bir
alan yaratır. Kitapta yer alan oteldeki hayaletlerle Torrance ailesinin
karşılaşması üzerinden bir gerilim yaratmaktansa, bu gerilimi insanın karanlık
doğasına bir yolculuk yapmak için fon olarak kullanmayı tercih eder. Jack
Torrance üzerinden insanın karanlık doğasına yapılan vurgu, sonraki aşamada
resme daha geniş açıdan bakılarak Amerika’nın kolektif belleğinde yapılan bir
yolculuğa dönüşür. Kubrick’in belki de en büyük başarısı, bu yolculuğu mükemmel
bir sinematografiyle beyazperdeye taşımasındadır. Kırmızı rengi her karede
kullanarak, bilinçaltına bastırılan korkuyu sürekli canlı tutan yönetmen,
yarattığı mekân tasarımıyla da seyircileri karanlık yolculuğuna ortak eder.
Çıkışsız labirentlerden uçsuz bucaksız koridorlara, geniş salonlardan tekinsiz
fotoğraf karelerine kadar her şey titizlikle hazırlanmıştır. Kubrick, Torrance
ailesinin yaşadıkları aracılığıyla seyircilerin bilinçaltlarına bastırdıkları
korkuları uyandırır. Filmdeki renk kullanımı, ses ve mekân tasarımı buna
yönelik işler.
Son
olarak filmin sosyolojik, psikanalitik ve ideolojik yönden çeşitli okumalarının
yapıldığı Oda 237 (Room 237, 2012) isimli bir belgeselin de
olduğunu, belgeselde filmi çözümlemeye çalışan farklı meslek gruplarından
insanların filmin altmetnini deşerek, filmin farklı açılımlarını seyircilere
aktardıklarını da belirtelim. Her izleyişte yeni şeylerin fark edildiği bir tür
yapboza benzeyen yapısıyla türün en ilginç örneklerinden olan Cinnet,
sinema tarihinin de kuşkusuz en ilginç filmlerinden.
Barış
Saydam
* Bu yazı daha önce Arka
Kapak sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.