Japon
sineması korku ve dram türünde başarısını devam ettiriyor. Senelerdir özellikle
korku filmleri sayısız defa Hollywood tarafından uyarlanıp beyazperdeye
taşındı. Kuşkusuz aynı istikrarı dram filmlerinde de görmek mümkün. Kültür her
ne kadar farklı olsa da sinemanın evrenselliğini bir kez daha anlıyoruz. Duyguların
dili ortak olduğundan olsa gerek Japon sineması bile olsa kendimizden bir şeyler
bulmak mümkün.
Hirokazu
Koreeda’nın sinemasını bilenler yönetmenin daha önceki bol ödüllü festival
filmlerindeki örneklerinden dolayı yeni filmini de hayranlıkla izlemişlerdir.
Yönetmen bu filmde çok sade, olayları tek bir düzenden çekim sağlamış. Olaylar arası
geçişler ve kurgu gerektiğinden yalın olmuş diyebilirim.
Çoğunlukla
bir aile ve baba odaklı çekilen filmde, konu itibariyle eşit şekilde bir aile
tanıtımı ve yaşanılan travma gösterilebilirdi. Diğer ailenin ekonomik
sorunlarından doğan problemlere hiç değinilmemiş. Bir yandan zenginlik içinde
yaşayan aile diğer tarafta yoksul bir aile… Eğer ki dram aranıyorsa burada
yoksul aileye odaklanmak ve filmi o çerçevede bitirmek daha amacına ulaşılır
duruma gelmesini sağlayabilirdi. Buna tercih diyoruz ve yönetmene saygı
duyuyoruz. Daha farklı olaylarla veya karakterlerin iç dünyalarına daha
derinden bakılsaydı daha dolu güzel bir film izleyebilirdik. Oysaki tek bir
baba figürü ve çoğunlukla tek bir çocuk üzerine yoğunlaşılmış. Gözle görülür
boşlukları ve böylesi güzel bir senaryoyu zenginleştiremedikleri için hayıflanmaları
gerekebilir. Babanın ilgisizliğinden dem vurulmuş olabilir ama neden bir anne
figürü üzerine yoğunlaşılmamış sorusu ise en çok eleştiri noktası olacaktır.
Film, doğum sonrası karışan iki çocuğun hikâyesini ve altı yıl sonra bunu öğrenen ailelerin tepkileri ve yaklaşımları üzerine kurulu. Böylesi bir çıkmazda ailelerin iki seçeneği vardır. Ya eskisi gibi yaşamlarına devam edecekler ya da çocukları değiştirip gerçek çocuklarıyla yeni bir döneme başlayacaklardır. Bu trajik hikâyen ebeveynlerin sorumlulukları ve davranışlarını, ideal anne-baba olmanın getirdiği etkileri gözlemlemek için büyük fırsat. Yaşam mücadelesinin gerektirdiği bir hayat sürmenin bedeli olarak insanların en yakınlarından, ailesinden ne derece kopabildiği diyaloglarla çok iyi anlatılmış. Çocuk oyuncular ise filme renk katan, sevimli muhteşem oyunculardı. Japonların mimik ve tavırlarından ötürü sıcak yüzleri âdeta filme işlenmiş.
Film, doğum sonrası karışan iki çocuğun hikâyesini ve altı yıl sonra bunu öğrenen ailelerin tepkileri ve yaklaşımları üzerine kurulu. Böylesi bir çıkmazda ailelerin iki seçeneği vardır. Ya eskisi gibi yaşamlarına devam edecekler ya da çocukları değiştirip gerçek çocuklarıyla yeni bir döneme başlayacaklardır. Bu trajik hikâyen ebeveynlerin sorumlulukları ve davranışlarını, ideal anne-baba olmanın getirdiği etkileri gözlemlemek için büyük fırsat. Yaşam mücadelesinin gerektirdiği bir hayat sürmenin bedeli olarak insanların en yakınlarından, ailesinden ne derece kopabildiği diyaloglarla çok iyi anlatılmış. Çocuk oyuncular ise filme renk katan, sevimli muhteşem oyunculardı. Japonların mimik ve tavırlarından ötürü sıcak yüzleri âdeta filme işlenmiş.
Filmi
iki bölüme ayıracak olursak, ikinci bölüm ailelerin deneme süreci olarak
çocukları haftada bir gün değiştirmesiyle başlıyor. Bu süre boyunca işinden
dolayı ailesine fazla zaman ayıramayan babanın çabalarını, hayatlarındaki yeni
evladın etkisini izliyoruz. Her ne kadar aile esas evlatlarına kavuşmuş olsalar
da büyüttükleri çocuğun yerini kolay kolay dolduramayacaktır. Her ne kadar
biyolojik olarak kendi evlatları da olsa aileler gerçeği geç de olsa anlarlar. Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacaktır. Tüm parçaları büyüttükleri çocuklarında
kalmıştır. Şimdi bir iç sorgulamadan geçen bu ailenin kararı ne olacaktır?
Trajik bir hikâyenin basit kurgulanması ve anlatımı ile geçen bu hikâyede bir ayrıntı ufak mesajlarla veriliyor. Her daim süregelen aile geleneği; çocuk babanın veya annenin istediği doğrultuda olması gereken birey olmalıdır. Bunu babanın çocuğuna piyano çalma üzerindeki etkisi örnek gösterilebilir. Kendisinin başarılı olduğu veya sevdiği her şeyi çocuğuna empoze etmesi, insanların ebeveynlik görevlerinin eksikliğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Birey özgür ve hür bir biçimde yetiştirilmeli, istediği alanlarda becerilerini göstermeli.
Japon sinemasının yeni örneği olan Benim Babam Benim Oğlum filminin trajik hikâyesi ve verdiği toplumsal mesajlarla kesinlikle izlenilmesi gereken dram türünün iyi bir örneği. Cannes Film Festivali’ndeki ödülünü ne derece hak ettiği tartışılabilir ama şunu söyleyebilirim ki insani değerlerin ve aile bilincinin çok iyi vurgulandığı bir film. Festival filmlerini sevenlerin kaçırmaması önerilir.
Trajik bir hikâyenin basit kurgulanması ve anlatımı ile geçen bu hikâyede bir ayrıntı ufak mesajlarla veriliyor. Her daim süregelen aile geleneği; çocuk babanın veya annenin istediği doğrultuda olması gereken birey olmalıdır. Bunu babanın çocuğuna piyano çalma üzerindeki etkisi örnek gösterilebilir. Kendisinin başarılı olduğu veya sevdiği her şeyi çocuğuna empoze etmesi, insanların ebeveynlik görevlerinin eksikliğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Birey özgür ve hür bir biçimde yetiştirilmeli, istediği alanlarda becerilerini göstermeli.
Japon sinemasının yeni örneği olan Benim Babam Benim Oğlum filminin trajik hikâyesi ve verdiği toplumsal mesajlarla kesinlikle izlenilmesi gereken dram türünün iyi bir örneği. Cannes Film Festivali’ndeki ödülünü ne derece hak ettiği tartışılabilir ama şunu söyleyebilirim ki insani değerlerin ve aile bilincinin çok iyi vurgulandığı bir film. Festival filmlerini sevenlerin kaçırmaması önerilir.
Eren Şimşek
erensim189@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.