Yönetmen Abdellatif Kechiche Mavi En Sıcak Renktir filminin anlatıyı sürükleyen başkarakteri
Adéle’in etrafında uzun süre kamerasıyla dolaşır. Adéle’in önce fiziksel
özelliklerini bir ressam titizliğinde ekrana taşır. Yüzündeki her bir gözeneği
görmemize imkân tanıyacak kadar yakın planlarla Adéle’in adeta röntgenini
çeker. Daha sonra da Adéle’in çevresini, çevresiyle kurduğu iletişimi ve onun
dünyaya bakışındaki naifliği yakalar. Kamerayı hiçbir
aciliyeti olmadan, hayatın ritmine yaklaşabildiği ölçüde rahat kullanır. Sonra
da Adéle’in dış görünüşü ve çevresiyle kurduğu bağın derinliklerine doğru
uzanır. Kamerasıyla birlikte onun iç dünyasına girer ve Adéle’i oradan,
içeriden anlatmaya başlar.
Bir edebiyatçı kadar bütünlüklü ve derin bir karakter
çizen Kechiche’nin benzeri yazar ve yönetmenlerden bir farklılığı vardır.
Kechiche, sahici bir karakter yaratmakla kalmaz; o karakterle birlikte hayatı
onun gözünden yaşar. Kamerasını Adéle’in bakışı ve hayatı kavrayışıyla eşler.
Bize kurgu bir hayatı, aşk ve tutkuya kapılarak sürüklenen yaşamların
hikâyesini anlatmaz. Belki de Kechiche’in filmini ve Adéle’i bu kadar özel
yapan unsur da bu olur. Film süresince yönetmen Adéle’in hayatını, aldığı
kararları, hissettiği tutkuyu ve cinselliği keşfedişini bizim de onunla
birlikte yaşamamızda ısrar eder. Dış dünyanın gerçekliğinden kurtularak
Adéle’in dünyasında yaşamamızı ve filmi oradan tanımlamamızı ister.
Ana akım sinema dilinin de temel meselesi aslında
kurguyu görünmez kılıp, kurmacayı “gerçekmişçesine” yaşatmak üzerine kuruludur.
Bunun için de sinemanın bütün teknik imkanlarından yararlanılır. Rüzgar Gibi Geçti (1939), Casablanca (1942), Aşktan da Üstün (1946), Devlerin
Aşkı (1956) gibi daha nice klasik romans üreten Hollywood sineması bu
formül üzerinden gider. Fakat Kechiche’nin derdi anlatısını “gerçekmiş” gibi
seyirciye aktarmak değildir. Tam tersine, kurmacanın sınırlarıyla ilgilenmez
Kechiche. Sinemanın “miş gibi yaşayan” kahramanlarından birini yaratmak
istemez. Karakterinin iç dünyasına girdikçe hikâye anlatmanın gereksizliğiyle
yüzleşir. Bu da kurgusal bir ritim duygusu üretmek yerine, filmi Adéle’in iç
dünyasındaki ve hayatı algılayışındaki ritimle eşleştirmemize olanak sağlar.
Kechiche bir yazar/yönetmen olarak anlatıda iktidarı başından beri Adéle’in
eline verir. Ritmi ve gidişatı belirleyen de Adéle olur.
Adéle’in ergenlikten çıkarak yetişkinliğe doğru
geçişinde yaşadığı bunalımlar, kendisini ve çevresini keşfedişi, masumiyetini
geride bırakarak yetişkinlerin dünyasına uyum sağlama çabası ve nihayetinde
yaşadığı düşüşler filmin de önemli kırılma anlarına işaret eder. Klasik bir
anlatıda dramatik doruk noktaları oluşturabilecek her kırılma noktası, filmde
bir duygusal patlama şeklinde geçer. Adéle’in yaşama tutkusu, yaşadıklarına
dolayısıyla filmin ritmine de nüfuz eder. Sevgiyi, aşkı ve cinselliği
yaşayışındaki tutku, hüznü ve melankoliyi yaşarken de devam eder. Kechiche bu
keskin virajlarda direksiyonu devralmak yerine başrol oyuncularına büyük bir
güven duyarak soğukkanlılığını korur.
Mavi En Sıcak Renktir sinemada çok fazla örneğine
rastlamadığımız, samimi, gerçekçi ve derinlikli karakterlere sahip bir film.
Karakterlerin hikâyelerini anlatmaktansa, onları yaşayan ve yaşatmaya çalışan
bir anlatım yapısına sahip. Bu özelliğiyle de Alexandre Astruc’un öncelediği
Kamera-Kalem’in günümüzdeki en büyüleyici örneklerinden biri. Tıpkı bir roman
okurken yazılanlar aracılığıyla zihninizde yarattığınız karakterler gibi,
kamera da iyi kullanıldığında edebiyattaki derinliğe ve özgürlüğe kapılarını
sonuna kadar açıyor. Mavi En Sıcak
Renktir bunun nadir ama iyi örneklerinden biri.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
*
Bu yazı daha önce Arka Kapak
sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.