30 Eylül 2014 Salı

Blow Up


Kalabalık bir bar ortamı, herkes coşmuş durumda. Sahnedeki grup gayet sıkı; pür dikkat izleniyor. Tam o sırada seste bir sorun çıkar ve cızırdamalar duyulur. Grubun gitaristlerinden biri ses verici aletlerin üzerindeki düğmelerle oynar ilkin. Alet düzelecekmiş gibi olur fakat işte yine cızırtı sesleri müziğe karışmaktadır. Az önceki gitarist bu sefer ses çıkaran alete sert bir şekilde vurmaya başlar. Ses kesilmez. Ses kesilmedikçe gitarist de alete gitarıyla vurmayı sürdürür. O kötü cızırtılı ses en sonunda kesilmiştir. Ama gitarist durmaz. Aletle işi bittikten sonra gitarı yerden yere vurmaya başlar ve paramparça eder. Bu hal müziğin devam etmesine engel değildir. Kalabalığı ise daha çok coşturmaktadır. Tam o sırada beklenmeyen bir şey olur ve gitarist elindeki parçaları kalabalığın içine fırlatır. Bu kalabalık içinde büyük bir dalgalanmaya neden olur. Herkes bu parçalardan birine sahip olabilmek için panikle birbirini ezecek hale gelir ki tam bu sırada kamera parçalardan birinin atıldığı yeri gösterir. Asıl kahramanımız Thomas bu kalabalığın ortasında gitarın atılan sapını alabilmek için kıyasıya mücadele etmektedir. Büyük uğraşlardan sonra sapı alıp kalabalıktan sıyrılır ve kaçar. Birkaç kişi ise sapı alabilmek için hâlâ onu takip etmektedir fakat Thomas onları atlatana kadar durmaz. Nihayet zorluklada olsa peşindeki adamlardan kurtulmuştur fakat tam bu anda ilginç bir şey yapar; zorluklarla elde ettiği gitar parçasını bir kenara fırlatır ve yoluna; filmin kilit unsurlarından biri olan kadını aramaya devam eder.

Yukarıdaki sahne bir Michelangelo Antonioni filmi olan 1966 yapımı Blow Up’a ait. Filmin bu sahnesini neden özellikle tasvire ihtiyaç duyduğumuz önemli bir unsur fakat öncelikle biraz Thomas’ı irdeleyelim.

Thomas hiç şüphesiz ki ilginç bir karakterdir. Düz sarı saçları ve soğuk mavi gözleriyle; ilk görüşte ilgi çekicidir. Hikâye ilerledikçe işi ve özellikle insanlarla kurduğu ilişkiler karakterinin karanlık taraflarını yavaş yavaş ve ince ince hissettirip açık etmektedir. Meşhur; çevresinde dört dönen ünlü ya da olmak isteyen onca güzel kızın da kanıtladığı gibi oldukça meşhur ve başarılı bir moda fotoğrafçısıdır. Her bir saati meşgul olan bu önemli adam işini kapsayan tüm bu uğraşlar içinde ister işinin gerektirdiği olsun veya olmasın her bir insan ilişkisinde alabildiğine donuk ve bencil hareket etmektedir. Filmin en başlarında fotoğraflarını çektiği ve ünlü olduğu hissedilen model örneğin Thomas’ı uzunca bir süre beklemiş buna rağmen bir yakınma emaresi göstermemiştir. Thomas’ın tavırlarında ise bu duruma karşı kayıtsızlık dışında bir şey hissedilmemiştir. Sonraki çekiminde çalıştığı mankenlere davranışı ise basbayağı itici ve sevimsizdir. Onlara bağırır ve işin ortasında çekip gitmekte herhangi bir beis görmez.

Realist bir gözle bakıldığında aslında Thomas birçok kişinin isteyeceği bir hayata sahiptir. Zekidir, yeteneklidir, işinde oldukça iyidir ve bu ona hatırı sayılır bir ün getirmiştir, etrafı istemediği kadar güzel kızla çevrilidir fakat Thomas o donuk mavi gözlerini tüm bu sahip olduklarının etrafında ilgisizce gezdirip günü kurtaracak kadarını tutkuyla istemeden yanına çağırır gözükmektedir. Bu hakikat açlığının ya da tutunamayanların tutunamamasının verdiği bir boşluk değildir. Kahramanımızın az önce saydığımız özelliklerinden birinin tekrar altını çizmek gerekirse gerçekten de yeteneklidir. İstediklerini alabilecek, çekip koparabilecek güce sahip gözükmektedir ve birçoğuna birçok kez sahip olmuş gibidir. Bundan gelen bir özgüvenle kayıtsızca ve tereddütsüz ilerlemektedir. İşte bahsettiğimiz boşluk da tam buradan gelmektedir. Her istediğini alabilen -yetenek ve bundan ileri gelen özgüven-  zengini çocuğun haleti ruhiyesidir onunki. Hayatının ona verdiği bıkkınlığı kendi de arkadaşına itiraf eder. Arkadaşının cevabı ise hoş ve ilginçtir. Thomas’ın filmin başında ayrıldığını gördüğümüz fabrikada, çektiği resimlerden birindeki bir işçinin resmini gösterir ve sorar: Free to do what? Free like him?

Tüm bu özelliklerle donatılmış kahramanımız istediklerinin anahtarı olarak saydığı bir ip yakalayıverir. Bir cinayetin tanıklığını yapabilecek resimler… İşte kahramanımız da tam ondan bekleneni yapar ve tüm çevikliğiyle bu ipin peşine düşer fakat olaylar öyle bir şekilde ilerlerki ip ellerinin arasından kayıp gidiverir. Bu durum onun –ve bizim de- kendisinden beklemeyeceği bir neticedir. İşte tam da bu netice kahramanımızın iç çelişkilerinden beslenip daha da değerli hale gelmektedir. Çünkü kahramanımızın çevresine tüm o şaşalı gerçekliğine karşı ciddi bir kayıtsızlık içindedir ki biz onun kayıtsızlığından sahip olduklarına değer vermediğini de çıkarabiliriz. Hem de tüm bu –şeyler- için ciddi bir savaş verebilecek potansiyele sahiptir. Tam burada iddiamızın anahtarı usta yönetmen Antonioni’nin en başta tasvir ettiğimiz metaforik sahnesinde gizlidir. Thomas hiçbir şekilde değer vermediği –savurup atmıştı malumunuz sonunda- gitar parçası için savaşmış ve ona sahip olmayı başarabilmiş iken; -a tons of Money- için bir yol olarak gördüğü ipini ise kaybetmiştir.

Öyle inanıyoruz ki savaştığı her şeyi dürüstçe istediğini kabul edemeyeceğimiz bu genç adam, ipin ucunu yakalayıp neticeyi istediği gibi sonlandırsaydı da filmin sonunda ki pandomim sanatçıları gibi boşlukta bir topla oyalanıp durmaktan ileri gidememe hissiyle; fakat yine topla iyi atış yapıp kazanmanın hırsıyla karışık bir benliğin laneti içinde tatminsiz bir velet misali yeni ipler arayıp duracaktı.

Fatima Güner
fatima.m.lotus@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.