25 Ekim 2014 Cumartesi

I Origins


Bilimkurgu ile dram öğelerini, distopik/ütopik dünya ve hikayelerini bir araya getirerek etkileyici bir dil ve üslupta hikayeler sunmasıyla dikkatleri üzerine çeken senarist ve yönetmen Mike Cahill, 2011 yılında Filmekimi ile salonlarımıza konuk olan ilk uzun metraj sinema filmi Another Earth (Başka bir Dünya)’ün ardından bu sefer metropol bir şehri fon alarak rasyonellik ve ruhaniyet çelişkisini ve kesişimini bilime duyulan tutku, birbirine tamamen zıt iki kişiliğin yarım kalmış aşkı ve geçmişle hesaplaşma konuları eşliğinde masaya yatırıyor.

Ian, insanların gözlerindeki irisin, onların kimlik ve kişiliklerinin eşsizliğini taşıyan yegane bir organ olduğu yargısından hareketle insanların gözlerinin fotoğrafını çekmeyi alışkanlık haline getirmiş bir moleküler biyologtur. Arkadaşıyla katıldığı bir partide de gözlerinden başka hiçbir şeyi hakkında bilgi sahibi olmadığı bir kadınla tanışır ve o gece sıradışı geçen bir tanışma ve konuşmalarının ardından birlikte olurlar. Kadının gözlerinin güzelliğiyle büyülenen Ian, kadının aniden sırra kadem basmasıyla büyük bir boşluğa düşer. Sofi adındaki bu kadını bulmasının ardından rasyonellik ve ruhaniyetin hayatında çakışıp zihnini ummadığı bir şekilde meşgul etmesine ve birbiriyle çelişen bu iki dünyanın hayatındaki kesişiminin, hayatının bir dönüm noktasını belirlediğine tanık olur. New York’tan Hindistan’a uzanan, ruh ve zihin gibi iki farklı dünyanın kapılarını aralayan Kök, önce bizi Ian’ın gözünden yedi sene öncesine götürerek bu iki zıt dünyayı iki farklı karakter ve kimliğin birbirlerine duyduğu aşk ve tutku paralelinde tartışmaya açıyor ve ardından ikinci bölüme geçerek din ve ruhaniliğin yaygınlığını koruduğu Hindistan’ın bilimle verdiği sınavı, Ian’ın geçmişiyle verdiği hesaplaşma paralelinde beyazperdeye ütopik bir dünya kurgusuyla yansıtıyor. Bir çift gözün, adeta labirentlerle dolu bir hikayeye açıldığı resmediliyor.

2011 yapımı bir önceki filmi Another Earth’ten benzerliklerin bize göz kırptığı Kök, sıradışı senaryosu, özellikle Micheal Pitt ve Brit Marling’in gerçekçi ve duru oyunculuk performansları, etkileyici görüntü yönetmenliği, merak uyandırıcı ve sürükleyici olay örgüsüyle kuşkusuz bu yılın Filmekimi filmleri arasında dikkat çekici bir yapım olduğunun hakkını verircesine salonu etkisi altına alırken gerilim dozunu da uygun mertebede koruyarak konunun ve olay örgüsünün sıradanlaşma tehlikesini etkileyici bir üslupla bertaraf etmeye çalışıyor. Fakat filmin ilerlerken kullandığı başarılı üslubun, noktayı koyma konusunda o kadar da vurucu olmadığını söylemek gerek. Karakter seçiminin son derece alışılmış kalıplardan yaratıldığını, hikayeyi ören unsurların aslında son derece tanıdık, çoğu kez mercek altına alınan konular olduğunu söyleyebilirim. Rasyonelliği erkeğin, hayal dünyası ve ruhaniyeti kadının temsil etmesi, tabii ki de bir tesadüf değil; bu stereotip karakter seçimleri de hikayenin ördüğü sıradışı ve ütopik dünyaya, seyircinin daha mesafeli kalmasına ve karakterlerin iyi işlenememesine sebep oluyor. Özellikle Astrid Berges-Frisbey’in canladırdığı Sofi karakteri, bu kalıplaşmış özelliklerinden ötürü seyircileri belirli bir taraftan baktıran eril bir bakış açısıyla anlatılmış; bu da Astrid Berges-Frisbey’in performansına yansıyor. Performansının çok fazla tutuk kalması, filmin göze çarpan talihsizliklerinden. Filmin kilit karakterlerinden olan Sofi’ye ulaşamıyor; aksine filmde maruz kaldığı silikleşmeye tanık oluyoruz.

Micheal Pitt’in Ian’ı, Karayip Korsanları filmiyle Hollywood’a merhaba diyen İspanyol oyuncu Astrid Berges-Frisbey’in kendi yarattığı ruhani ve fantastik dünyaya sığınan Sofi’yi, Brit Marling’in Asistan biyolog Karen’ı canlandırdığı, William Mapother’ın da Darrly Mackenzie isminde küçük bir rolle yer aldığı Kök, ruhanilik, mitoloji, bir yaratıcının ulu gücüyle bilimin üstünlüğü ve bilginin gücü üzerine verilen bitmez, tükenmez tartışma ışığında bilim insanlarının bilim ve aklın üstünlüğünü gözle ilgili çığır açacak bir buluşla tescil etmek için solucanlara sıfırdan bir göz yaratma peşine düşmüşken hayatlarının yörüngelerini değiştirecek olaylara tanık olmalarıyla yaşam ve inançlarını tekrar tartışmaya açmalarını gizemli ve etkileyici bir atmosferde beyaz perdeye taşıyor. Ama bu gizem ve etkileyiciliğin, alışıldık konu ve kalıplaşmış karakter özellikleri sebebiyle yer yer hayalkırıklığına dönüştüğünün altını çizmek gerek.

Gizem Aslan

g.aslan91@hotmail.com

1 yorum:

  1. cahill'in yaratmaya çalıştığı bilimkurgu türünü çok seviyorum, olması gerekenden fazlaca durgun ancak farklı açılardan fazlasını vaadediyor.

    YanıtlaSil

Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.