19 Ağustos 2015 Çarşamba

Victoria


Victoria, bir geceyarısı tanıştığı dört gencin arasına katılan genç bir kadının iki buçuk saatlik serüvenini konu ediyor. Hem aktörlük hem yönetmenlik yapan Sebastian Schipper’ın röportajlarından çıkardığım kadarıyla kendini ve filmini aşırı önemsemeyen, yönetmenin ve ekibinin gerçekleştirmek istediği arzularını takip etmesiyle ortaya çıkmış kendine özgü bir film. Mizah içerikli bir drama olarak başlıyor, zamanla aksiyonunu yükselterek bir suç filmine evriliyor. Temelde beni çeken detayları, (i) Victoria üzerinden günümüz eğitimli gençliği ve sokak gençliği üzerine gözlemleri, (ii) Berlin gibi sinematik bir kentte kamerasını hiç kapatmadan çeşitli mekanlar arasında salınımı, (iii) sinema tarihindeki çok fazla eserden etkilenen ya da onlarla birlikte düşünmesi keyif veren anlatımı ve de (iv) anlık ve rastlantısal olana, kendini bırakmaya, farklı yaşantılara ve dağılmaya kendini açan başkahramanı oldu.

Adını filme veren Victoria, İspanya’da tüm hayatını vakfettiği yoğun bir eğitimden geçip, emeğinin karşılığını alamayacağını, hayalleri uğruna sarfettiği çabaların bir yere varmayacağını fark etmesiyle Berlin’e taşınan bir genç kadın. Günümüz üniversite öğrencilerinde artık kanıksanmış bu tozpembe hayaller/acı gerçekler karşılaşması, İspanya gibi Avrupa’nın önceleri daha iyi durumdayken bugün ekonomik kriz bölgeleri haline gelmiş ülkelerindeki gençlik üzerinde belki buralardaki psikolojiden daha farklı bir baskı kurmakta. Hem medya aracılığıyla görünen hem de bizzat İstanbul gibi büyük kentlerde karşılaşılabileceği gibi bu ülkelerin gençleri sıkça üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra biriktirdikleri mesleki sermayeyi büyük ölçüde kenara bırakıp şanslarını başka işlerde, başka ülkelerde denemeye meylediyor. Benzer arayışlar okudukları üniversiteler sırasında ve sonrasında iş yaşamına bir türlü eklemlenmeyen, eklemlenmeyi istemeyen, yan yollar, alternatif yaşantılar araştıran tüm dünya gençliğinde, her daim var elbette. Kimisi başarılı olurken, kimisi olamıyor. Bu yaygın ruh haline dokunan bir yanı var Victoria’nın. Mevcut yaşamından mutsuzluk duyan fakat sabitlediği bir düşü de olmayan, başına geleceklere kendini açan bir hal. Coenler’in A Serious Man filminin başındaki Rashi atfını hatırlatıyor davranışları: “Başınıza gelenleri sadelikle karşılayın”.



Bu toplumsallık dışında, hayatının iki buçuk saatinden ötesini bilemediğimiz, geçmişini özetlediği birkaç dakikalık sahne ve olaylara verdiği ketum ve minimal jestlerden geniş bir psikolojik durum tahlili yapamayacağımız Victoria, bir kafede saati 4$’a çalışıyor. Yalnız mı değil mi tam bilinemese de insanlarla iletişime ihtiyaç duyduğunu açık ediyor. Ekstatik atmosferli bir gece kulübünden birkaç saatliğine uyuyup işe gitmek için çıktığında karşılaştığı, birkaç dakika önce kulübe alınmadıkları için kavga çıkaran dört genç Victoria’nın sabahını başka bir dünyaya bağlıyor. Küçük suçlara karıştıkları belli fakat çok da tehlikeli görünmeyen, Victoria’ya İspanya’da yaşarken çok uzak bir sınıftan gelecek bu dört arkadaş, eğlenceli tavırlarıyla Victoria’yı aralarına kazanıyorlar. Aralarında bir Türkiye göçmenini de barındıran Sonne, Boxer, Blinker ve Fuß lakaplı gençlerle birkaç saat şehri dolaşıp eğlendikten sonra gece farklı bir rotaya dönüveriyor. Boxer’ın ödemesi gereken bir borç karşılığında soygun yapması gereken dörtlü, Fuß’un sara krizi geçirmesi üzerine Victoria’dan yardım istiyor. Gece kulübünden Berlin sokaklarına taşınan hikaye buradan da yeraltındaki mafya toplantılarından banka soygununa yol alıyor. Bu süreçte Sonne ile yakınlaşan Victoria da geri adım atmadan yeni edindiği dostlarına destek çıkıyor.

İddiası “bir şehir, bir gece, tek plan” olan film, üç parametresini de keşifçi bir niyetle kullanıyor. Elbette bu “2000 oyuncu 300 yıllık Rus Tarihi, Hermitage Müzesi’nde 33 oda, 3 canlı orkestra, tek çekimde” diyen, tek plan filmlerin en seyirliği olmasa da en inceliklisi sayılabilecek Russkiy Kovcheg’deki (2002, Rus Hazine Sandığı) gibi büyük bir iddia değil bu.  Filmde oyuncular gece kulübünden sokaklara, gizlice çıkılan bina tepelerinden gizli otoparklara; lüks otellerden evlere, kafelere; bisikletle, arabayla, yürüyerek ve koşarak dolaşırken Victoria ve arkadaşları kentsel mekanların her birini alışıldık olandan farklı bir biçimde kullanıyorlar. Karakterlerin tek plan sayesinde kesintiye uğramayan, doğaçlamalara alan açan eylemleri anlık özgürlüğün imajlarına dönüşüyor. Geçmişlerinden kısaca bahsettikleri kısa monologlar haricinde filmi sözler değil eylemler sürüklüyor. Elbette bu salınım aslında toz pembe bir “anı yaşa” mottosuna bağlı değil. Sonne ve arkadaşları tüm neşelerinin yanı sıra aslen geleceksiz, günü kurtarmaya çalışan, suça bulaşan tehlikeli sınıfların üyeleri. Victoria’nın tam içeriğini bile bilmek istemediği, “kötü bir şey” diye adlandırdığı şeyler, diğerleri için mecbur kaldıkları hayatta kalma yöntemleri. Banka soygununu Boxer’ın hapishanede kendisini koruyan mafyaya borcunu ödeyebilmek için yapıyor oluşu da, karakterleri kötülükten alıp zorunluluğa bağlıyor zaten. Dolayısıyla tam o özgürlük hissi veren duygular, dakikalar geçtikçe midedeki bir yumruğa doğru evriliyor.

Berlin Film Festivali’nden kameramanı Sturla Brandth Grøvlen’ın ödülle ayrılması üzerine film üzerine çıkan yazılarda sıkça aynı dönemin en popüler filmlerinden Birdman (2014) anıştırmaları yapılmış. Parça parça uzun planlardan oluşan Birdman de, filmin bütününde Victoria’daki yekparelik hissini verdiğinden olsa gerek. Birdman’de koridorlarda, Times Meydanı’nda yahut tiyatro sahnelerindeki uzun planlarının nasıl tek bir uzun çekim gibi kurgulandığını, bunların renk düzeltmelerinin yapılırken pan yapan kameranın bu hareketlerinin nasıl kesme gibi kullanılıp parçalara bölme işlevi gördüğünü, ve üç kişinin konuştuğu basit görünen bir sahnede tek tek karakterlere ışık/netlik ayarlarının nasıl yapıldığını filmin dijital renk sanatçısı aktarıyor[1]. Bu detaycılığa, Hitchcock’un Rope (1948, İp) filmini de ekleyerek, yaklaşık 10 dakikadan uzun film kullanımının imkansız olduğu bir dönemde, kesmeleri yer yer karakterlerin karanlık ceketlerine yer yer de saklamadan fakat gözden kaçabilecek şekillerde sahnelere yedirerek tek bir mekan içinde 10 kesmeyle tek plan izlenimi yarattığı örneği ekleyebiliriz[2]. Türkiye’de ise bu tekniğe en yakın olarak benim gördüğüm Derviş Zaim’in tamamen kendine özgü, öyküsünü anlattığı hat sanatçılarının üslubundan esinlenerek yaptığı, içine Hitchcock’un yaptığı gibi kesmeleri yerden göğe yükselen kameranın hareketleriyle yedirdiği Nokta (2008) filmi var.

Fakat bu ilişkileri Victoria’nın bir yanına koyduktan sonra, aslında filmin bu bahsi geçen filmlerden çok İtalyan Yeni Gerçekçiliği demeye dilim varmasa da, bazı Dardenne Kardeşler filmlerine, Naked’a (1993) ve hatta filmlerine pek olmasa da “iyi filmler değil özgür filmler yapmak için, oyuncuların performasından keyif almak için film yapıyorum” diyen John Cassavetes[3]’e daha fazla aşinalık barındırdığını iddia edeceğim. Temelde Victoria, her ne kadar bir teknik meydan okuma gibi görünse de kamerasını, oyunculuklarını ve ortaya çıkardığı son imajları Hitchcock, Sokurov veya İnarritu’nun bahsi geçen filmlerinde yaptığı gibi büyük bir hakimiyet altında değil, daha esnek, öncelikli olarak doğallaştırmayı amaçladığı hikayeyi takip edecek şekilde, bir peşinden gitme hali olarak kullanıyor. Direct Cinema belgeselcilerinin “duvardaki sinek” metaforuyla hikayenin dışında olma çabası olarak ortaya koyduğu, İtalya ve Fransa’da bambaşka tarihselliklerde de olsa kamerayı sokağa çıkarma fikirlerinde olduğu gibi Schipper da günümüzün koşullarında başka bir noktadan hem filmi hem seyirciyi özgürleştirme çabasında. Cassavetes, Leigh ve Dardenne’ler gibi, oyuncularına doğaçlamayla birlikte hareket alanı tanıyor.

Bir film karakteri olarak Victoria, önünde açılan deneyimlere kendini açan, kolay uyum sağlayan, kendini pek çok kişinin rahatsız hissedebileceği durumlarda rahat hisseden, çevresindekilere yardım etmesi gerektiğinde sorumluluk alan fakat bir yandan da acının ve hüznün peşini bırakmadığı güçlü bir karakter. Her ne kadar başta Sonny olmak üzere diğer oyuncular da hem mizahi eylemleri hem de tüm delikanlılıklarına rağmen Victoria’nın etrafındayken yer yer kırılganlaşan ve duygusallaşan oyunculuklarıyla filmi taşıyor olsalar da, Victoria filmin tüm yükünü çoğu kez kendi sırtlıyor. Sinemada eşine çok sık rastlamadığımız Victoria’nın filmdeki dostlarının yanı sıra, başka filmlerden kimlerle dostluğu olabilir? Elbette daha yakınları bulunur fakat kendi seyir tarihimden bana ilk çağrıştırdığı karakterler şunlar oldu. Naked’da gece boyu Londra sokaklarındaki birbirinden ilginç insanlarla iletişime girmeye çalışan, Victoria’nın yanında dünyanın en geveze flanörü sayılacak Johnny... L’enfant’da (2005, Çocuk) çocuk yaşta ebeveyn olup, şehri boydan boya katederken bakamayacakları çocuğu bir aileye satmaya çalışan Sonia ve Bruno... Yönetmen Schipper’ın da zamanında oyuncu olarak rol aldığı Lola Rentt’de (1998, Koş Lola Koş), Victoria üzerindeki etkisi bariz olan, sevgilisini kurtarmak için yarım saat içinde 100,000 Mark bulması gereken, bunun içinse tüm alternatifleri deneyen Lola... Lola’ya ulaşmışken, sanırım Almanya Sineması’nın birkaç yılda bir çıkan, yenilikçi aynı zamanda da geniş bir sinema izleyicisi tarafından seyirlik değer taşıyan filmlerinden biri Victoria.

Not: Filmden kalacak, uzun süre dinlenebilecek ve tüm sahneleri tekrardan yaşatacak müzikler ise Screws (2012) albümünün sahibi Nils Frahm tarafından yapılmış. Açılıştaki gece klubünde çalan parça DJ Koze’nin Burn With Me remix’i ile Frahm’ın filmin iki güçlü sahnesini taçlandıran A Stolen Car, Them ve The Shooting parçaları ise bu yazıyı yazarken defalarca dinlediğim parçalar oldular.


Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com


[1] http://www.esquire.com/entertainment/movies/a30653/birdman-movie-tracking-shot/
[2] Rope filmindeki kesmelerin tam listesi için bkz. https://vimeo.com/76087987
[3] Cassavetes’in film yapma motivasyonuna dair pek çok röportajdan birisi için bkz. https://www.youtube.com/watch?t=358&v=WIy2UdQls4Q

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.