Victoria, bir geceyarısı tanıştığı
dört gencin arasına katılan genç bir kadının iki buçuk saatlik serüvenini konu
ediyor. Hem aktörlük hem yönetmenlik yapan Sebastian Schipper’ın
röportajlarından çıkardığım kadarıyla kendini ve filmini aşırı önemsemeyen, yönetmenin
ve ekibinin gerçekleştirmek istediği arzularını takip etmesiyle ortaya çıkmış
kendine özgü bir film. Mizah içerikli bir drama olarak başlıyor, zamanla
aksiyonunu yükselterek bir suç filmine evriliyor. Temelde beni çeken detayları,
(i) Victoria üzerinden günümüz eğitimli gençliği ve sokak gençliği üzerine
gözlemleri, (ii) Berlin gibi sinematik bir kentte kamerasını hiç kapatmadan
çeşitli mekanlar arasında salınımı, (iii) sinema tarihindeki çok fazla eserden
etkilenen ya da onlarla birlikte düşünmesi keyif veren anlatımı ve de (iv) anlık
ve rastlantısal olana, kendini bırakmaya, farklı yaşantılara ve dağılmaya
kendini açan başkahramanı oldu.
Adını filme veren Victoria,
İspanya’da tüm hayatını vakfettiği yoğun bir eğitimden geçip, emeğinin
karşılığını alamayacağını, hayalleri uğruna sarfettiği çabaların bir yere
varmayacağını fark etmesiyle Berlin’e taşınan bir genç kadın. Günümüz
üniversite öğrencilerinde artık kanıksanmış bu tozpembe hayaller/acı gerçekler
karşılaşması, İspanya gibi Avrupa’nın önceleri daha iyi durumdayken bugün
ekonomik kriz bölgeleri haline gelmiş ülkelerindeki gençlik üzerinde belki
buralardaki psikolojiden daha farklı bir baskı kurmakta. Hem medya aracılığıyla
görünen hem de bizzat İstanbul gibi büyük kentlerde karşılaşılabileceği gibi bu
ülkelerin gençleri sıkça üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra
biriktirdikleri mesleki sermayeyi büyük ölçüde kenara bırakıp şanslarını başka
işlerde, başka ülkelerde denemeye meylediyor. Benzer arayışlar okudukları
üniversiteler sırasında ve sonrasında iş yaşamına bir türlü eklemlenmeyen,
eklemlenmeyi istemeyen, yan yollar, alternatif yaşantılar araştıran tüm dünya
gençliğinde, her daim var elbette. Kimisi başarılı olurken, kimisi olamıyor. Bu
yaygın ruh haline dokunan bir yanı var Victoria’nın. Mevcut yaşamından
mutsuzluk duyan fakat sabitlediği bir düşü de olmayan, başına geleceklere kendini
açan bir hal. Coenler’in A Serious Man filminin başındaki Rashi atfını
hatırlatıyor davranışları: “Başınıza gelenleri sadelikle karşılayın”.
Bu toplumsallık dışında, hayatının
iki buçuk saatinden ötesini bilemediğimiz, geçmişini özetlediği birkaç
dakikalık sahne ve olaylara verdiği ketum ve minimal jestlerden geniş bir
psikolojik durum tahlili yapamayacağımız Victoria, bir kafede saati 4$’a
çalışıyor. Yalnız mı değil mi tam bilinemese de insanlarla iletişime ihtiyaç
duyduğunu açık ediyor. Ekstatik atmosferli bir gece kulübünden birkaç
saatliğine uyuyup işe gitmek için çıktığında karşılaştığı, birkaç dakika önce kulübe
alınmadıkları için kavga çıkaran dört genç Victoria’nın sabahını başka bir
dünyaya bağlıyor. Küçük suçlara karıştıkları belli fakat çok da tehlikeli
görünmeyen, Victoria’ya İspanya’da yaşarken çok uzak bir sınıftan gelecek bu dört
arkadaş, eğlenceli tavırlarıyla Victoria’yı aralarına kazanıyorlar. Aralarında
bir Türkiye göçmenini de barındıran Sonne, Boxer, Blinker ve Fuß lakaplı
gençlerle birkaç saat şehri dolaşıp eğlendikten sonra gece farklı bir rotaya
dönüveriyor. Boxer’ın ödemesi gereken bir borç karşılığında soygun yapması
gereken dörtlü, Fuß’un sara krizi geçirmesi üzerine Victoria’dan yardım
istiyor. Gece kulübünden Berlin sokaklarına taşınan hikaye buradan da
yeraltındaki mafya toplantılarından banka soygununa yol alıyor. Bu süreçte
Sonne ile yakınlaşan Victoria da geri adım atmadan yeni edindiği dostlarına
destek çıkıyor.
İddiası “bir şehir, bir gece, tek plan” olan film, üç parametresini de
keşifçi bir niyetle kullanıyor. Elbette bu “2000
oyuncu 300 yıllık Rus Tarihi, Hermitage Müzesi’nde 33 oda, 3 canlı orkestra,
tek çekimde” diyen, tek plan filmlerin en seyirliği olmasa da en
inceliklisi sayılabilecek Russkiy Kovcheg’deki (2002, Rus Hazine Sandığı) gibi
büyük bir iddia değil bu. Filmde oyuncular
gece kulübünden sokaklara, gizlice çıkılan bina tepelerinden gizli otoparklara;
lüks otellerden evlere, kafelere; bisikletle, arabayla, yürüyerek ve koşarak dolaşırken
Victoria ve arkadaşları kentsel mekanların her birini alışıldık olandan farklı
bir biçimde kullanıyorlar. Karakterlerin tek plan sayesinde kesintiye
uğramayan, doğaçlamalara alan açan eylemleri anlık özgürlüğün imajlarına
dönüşüyor. Geçmişlerinden kısaca bahsettikleri kısa monologlar haricinde filmi
sözler değil eylemler sürüklüyor. Elbette bu salınım aslında toz pembe bir “anı
yaşa” mottosuna bağlı değil. Sonne ve arkadaşları tüm neşelerinin yanı sıra aslen
geleceksiz, günü kurtarmaya çalışan, suça bulaşan tehlikeli sınıfların üyeleri.
Victoria’nın tam içeriğini bile bilmek istemediği, “kötü bir şey” diye
adlandırdığı şeyler, diğerleri için mecbur kaldıkları hayatta kalma yöntemleri.
Banka soygununu Boxer’ın hapishanede kendisini koruyan mafyaya borcunu
ödeyebilmek için yapıyor oluşu da, karakterleri kötülükten alıp zorunluluğa
bağlıyor zaten. Dolayısıyla tam o özgürlük hissi veren duygular, dakikalar
geçtikçe midedeki bir yumruğa doğru evriliyor.
Berlin Film Festivali’nden
kameramanı Sturla Brandth Grøvlen’ın ödülle ayrılması üzerine film üzerine
çıkan yazılarda sıkça aynı dönemin en popüler filmlerinden Birdman (2014) anıştırmaları
yapılmış. Parça parça uzun planlardan oluşan Birdman de, filmin bütününde Victoria’daki
yekparelik hissini verdiğinden olsa gerek. Birdman’de koridorlarda, Times
Meydanı’nda yahut tiyatro sahnelerindeki uzun planlarının nasıl tek bir uzun
çekim gibi kurgulandığını, bunların renk düzeltmelerinin yapılırken pan yapan
kameranın bu hareketlerinin nasıl kesme gibi kullanılıp parçalara bölme işlevi
gördüğünü, ve üç kişinin konuştuğu basit görünen bir sahnede tek tek
karakterlere ışık/netlik ayarlarının nasıl yapıldığını filmin dijital renk
sanatçısı aktarıyor[1].
Bu detaycılığa, Hitchcock’un Rope (1948, İp) filmini de ekleyerek, yaklaşık 10
dakikadan uzun film kullanımının imkansız olduğu bir dönemde, kesmeleri yer yer
karakterlerin karanlık ceketlerine yer yer de saklamadan fakat gözden
kaçabilecek şekillerde sahnelere yedirerek tek bir mekan içinde 10 kesmeyle tek
plan izlenimi yarattığı örneği ekleyebiliriz[2]. Türkiye’de ise bu tekniğe
en yakın olarak benim gördüğüm Derviş Zaim’in tamamen kendine özgü, öyküsünü
anlattığı hat sanatçılarının üslubundan esinlenerek yaptığı, içine Hitchcock’un
yaptığı gibi kesmeleri yerden göğe yükselen kameranın hareketleriyle yedirdiği
Nokta (2008) filmi var.
Fakat bu ilişkileri Victoria’nın
bir yanına koyduktan sonra, aslında filmin bu bahsi geçen filmlerden çok İtalyan
Yeni Gerçekçiliği demeye dilim varmasa da, bazı Dardenne Kardeşler filmlerine,
Naked’a (1993) ve hatta filmlerine pek olmasa da “iyi filmler değil özgür
filmler yapmak için, oyuncuların performasından keyif almak için film yapıyorum”
diyen John Cassavetes[3]’e daha fazla aşinalık
barındırdığını iddia edeceğim. Temelde Victoria, her ne kadar bir teknik meydan
okuma gibi görünse de kamerasını, oyunculuklarını ve ortaya çıkardığı son imajları
Hitchcock, Sokurov veya İnarritu’nun bahsi geçen filmlerinde yaptığı gibi büyük
bir hakimiyet altında değil, daha esnek, öncelikli olarak doğallaştırmayı
amaçladığı hikayeyi takip edecek şekilde, bir peşinden gitme hali olarak
kullanıyor. Direct Cinema belgeselcilerinin “duvardaki sinek” metaforuyla
hikayenin dışında olma çabası olarak ortaya koyduğu, İtalya ve Fransa’da
bambaşka tarihselliklerde de olsa kamerayı sokağa çıkarma fikirlerinde olduğu
gibi Schipper da günümüzün koşullarında başka bir noktadan hem filmi hem
seyirciyi özgürleştirme çabasında. Cassavetes, Leigh ve Dardenne’ler gibi,
oyuncularına doğaçlamayla birlikte hareket alanı tanıyor.
Bir film karakteri olarak Victoria,
önünde açılan deneyimlere kendini açan, kolay uyum sağlayan, kendini pek çok
kişinin rahatsız hissedebileceği durumlarda rahat hisseden, çevresindekilere
yardım etmesi gerektiğinde sorumluluk alan fakat bir yandan da acının ve hüznün
peşini bırakmadığı güçlü bir karakter. Her ne kadar başta Sonny olmak üzere
diğer oyuncular da hem mizahi eylemleri hem de tüm delikanlılıklarına rağmen
Victoria’nın etrafındayken yer yer kırılganlaşan ve duygusallaşan
oyunculuklarıyla filmi taşıyor olsalar da, Victoria filmin tüm yükünü çoğu kez
kendi sırtlıyor. Sinemada eşine çok sık rastlamadığımız Victoria’nın filmdeki
dostlarının yanı sıra, başka filmlerden kimlerle dostluğu olabilir? Elbette
daha yakınları bulunur fakat kendi seyir tarihimden bana ilk çağrıştırdığı
karakterler şunlar oldu. Naked’da gece boyu Londra sokaklarındaki birbirinden
ilginç insanlarla iletişime girmeye çalışan, Victoria’nın yanında dünyanın en
geveze flanörü sayılacak Johnny... L’enfant’da (2005, Çocuk) çocuk yaşta
ebeveyn olup, şehri boydan boya katederken bakamayacakları çocuğu bir aileye
satmaya çalışan Sonia ve Bruno... Yönetmen Schipper’ın da zamanında oyuncu
olarak rol aldığı Lola Rentt’de (1998, Koş Lola Koş), Victoria üzerindeki
etkisi bariz olan, sevgilisini kurtarmak için yarım saat içinde 100,000 Mark
bulması gereken, bunun içinse tüm alternatifleri deneyen Lola... Lola’ya
ulaşmışken, sanırım Almanya Sineması’nın birkaç yılda bir
çıkan, yenilikçi aynı zamanda da geniş bir sinema izleyicisi tarafından seyirlik
değer taşıyan filmlerinden biri Victoria.
Not: Filmden kalacak,
uzun süre dinlenebilecek ve tüm sahneleri tekrardan yaşatacak müzikler ise Screws
(2012) albümünün sahibi Nils Frahm tarafından yapılmış. Açılıştaki gece
klubünde çalan parça DJ Koze’nin Burn
With Me remix’i ile Frahm’ın filmin iki güçlü sahnesini taçlandıran A Stolen Car, Them ve The Shooting
parçaları ise bu yazıyı yazarken defalarca dinlediğim parçalar oldular.
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.